12 Şubat 2012 Pazar

Kayıp Günlük Sayfaları (48)


Bir adam dolaşıyor kıyılarımda.
Bir adam...

Güneşim daha yeni belirmiş ufkumda. Yeryüzüm henüz aldınlığa kavuştuğu için mi fark etmişim onu yoksa yeni mi gelmiş bilmiyormuşum. Tedirginmişim biraz.

Gülüyormuş bana. Fazlasıyla sıcak ve samimiymiş gülüşü. Ona dikkatlice bakmışım. Üzerinde yargıları ve tabuları taşıyormuş. Alabildiğine sade alabildiğine güzelmiş...

Gülümsemişim ben de: Sebepsiz, sadece gülümsemişim. Ardından ona doğru adımlamaya başlamışım. Yaklaştıkça burnuma ilişmiş kokusu. Bir şiir gibi kokuyormuş; bir şarap, bir manolya gibi...

Yanına vardığımda birlikte yürümeye başlamışız. Konuştuğumuz her bir konu, başka bir konuya gebe kalmış. Zamana hissizleşmişiz. Bazen siyah beyaz bir fotoğraf karesi gibiymiş, bazen de renk kuşağını kıskandıracak kadar canlı renklere bürünebiliyormuş. Yeni tanışıyor olsak da, onu çok eski zamanlardan beri tanıyormuş hissine kapılıyormuşum. Bu nasıl oluyormuş, bilmiyormuşum fakat bu tatlı hiddr kapılmaktan alamıyormuşum kendimi.

Onunla sohbetimiz esnasında, bazen onun söylediklerinden kopup, olanı biteni düşünüyormuşum. Düşünürken, o beyaz renk akıyormuş benim için. Bir beyaz kadar duru ve o kadar da net... Ona baktıkça anlıyormuşum; zamanında yaptığım şey siyahı beyazla temizlemekmiş fakat siyah beyazla temizlenmezmiş, sadece 'gri' adında başka bir rengi doğururmuş; o kadar...

Kalbimle bakmışım ona...
Kalbiyle bakmış bana...
Elimi uzatmışım ona...
Elini uzatmış bana...

Fakat dokunamamışız birbirimize. Bizimkisi firakların tam ortasında bir vuslatmış çünkü. Bu hayatın ne ilk vurgunuymuş ne de son... Lakin hüzünlü değilmiş durum. "Ya hiç karşılaşmamış olsaydık?" sorusu hüznü çürütüp sevinç ekiyormuş yüreklere ve bu sevinç her geçen gün büyüyüp çiçekler açıyormuş.

Öyle ya, bu masalların hiç mutsuz sonu olur muymuş?

Evet! O bir masalmış yazdığım, okurken ve dilden dile anlatılırken haz aldığım...

14.01.2012

4 Şubat 2012 Cumartesi

yangın yeri

...
x: Ama ben ayrılmak istemiyorum.
y: Sigaran bittiyse kalkalım. çok geç oldu.
x: anlamıyor değilim
ama kaldır şu kül tablasını
doluyken devrilmesin…
...
Antalya 2012


sigaramın dumanı da öfkesi de
acılarımın ötesine kavuşurdu sezdirmeden
hele bir de senin elinden tutuşmuş isem
daha çok dirilemeden
öylece bırakırım kendimi

mecbur musun 
anıları konuşturmaya

ervah-ı ezelden beri…

sabaha dönsün artık
kudurmuş gecem…

bakıyorum da
sağlığa değil
geçmişe zararlı imiş meğer

lakin duman-ı hayat
fakat doğrusu ab-ı hayat

anlamıyor değilim
ama kaldır şu kül tablasını
doluyken devrilmesin…

iki bin on iki senesi
unutma beni
ama kaldır şu mevsimini
üşüyor ayrılığım
ıslanıyorum geride bir şey bırakmaksızın
ne şemsiye elime sığıyor
ne yanıbaşımda kalışı
ne de tesellisi
ele avuca geliyor
her yanım yangın yeri

anlamıyor değilim
ama kaldır şu kül tablasını
doluyken devrilmesin…
---

-"Blog sayfanın boynu bükük kalmasın!" çıkışı üzerine, bu şiir paylaşılmıştır. 
-Çok istememe rağmen; tembelliğimden ötürü, "2. Yılmaz Güney Kültür ve Sanat Festivali"ne şiir yollayamadım.
-Sakarya'daki Tüföb Kongresi'ne hazırlığım son hızla sürmekte.
-Sırf Şiirsel Yorum da bu yaz kitaplaşacaktır.


Ayrıca, Kayıp Cümleler Sokağı'nın, bir adet Kayıp Günlük Sayfası(48) elimde bulunuyor. Bu hafta içinde paylaşmayı düşünüyorum. Kendisine aşık olduğum doğru olabilir. Bilmiyorum; emin değilim!
İnsan sevgisi rehberimiz olsun.
Birçok kişi var ki; onlarla bir şeyler paylaşmak aynı zamanda yaşamak...
Her halimden belli değil mi:
çok mutluyum!...