Bir adam dolaşıyor kıyılarımda.
Bir adam...
Güneşim daha yeni belirmiş ufkumda. Yeryüzüm henüz aldınlığa kavuştuğu için mi fark etmişim onu yoksa yeni mi gelmiş bilmiyormuşum. Tedirginmişim biraz.
Gülüyormuş bana. Fazlasıyla sıcak ve samimiymiş gülüşü. Ona dikkatlice bakmışım. Üzerinde yargıları ve tabuları taşıyormuş. Alabildiğine sade alabildiğine güzelmiş...
Gülümsemişim ben de: Sebepsiz, sadece gülümsemişim. Ardından ona doğru adımlamaya başlamışım. Yaklaştıkça burnuma ilişmiş kokusu. Bir şiir gibi kokuyormuş; bir şarap, bir manolya gibi...
Yanına vardığımda birlikte yürümeye başlamışız. Konuştuğumuz her bir konu, başka bir konuya gebe kalmış. Zamana hissizleşmişiz. Bazen siyah beyaz bir fotoğraf karesi gibiymiş, bazen de renk kuşağını kıskandıracak kadar canlı renklere bürünebiliyormuş. Yeni tanışıyor olsak da, onu çok eski zamanlardan beri tanıyormuş hissine kapılıyormuşum. Bu nasıl oluyormuş, bilmiyormuşum fakat bu tatlı hiddr kapılmaktan alamıyormuşum kendimi.
Onunla sohbetimiz esnasında, bazen onun söylediklerinden kopup, olanı biteni düşünüyormuşum. Düşünürken, o beyaz renk akıyormuş benim için. Bir beyaz kadar duru ve o kadar da net... Ona baktıkça anlıyormuşum; zamanında yaptığım şey siyahı beyazla temizlemekmiş fakat siyah beyazla temizlenmezmiş, sadece 'gri' adında başka bir rengi doğururmuş; o kadar...
Kalbimle bakmışım ona...
Kalbiyle bakmış bana...
Elimi uzatmışım ona...
Elini uzatmış bana...
Fakat dokunamamışız birbirimize. Bizimkisi firakların tam ortasında bir vuslatmış çünkü. Bu hayatın ne ilk vurgunuymuş ne de son... Lakin hüzünlü değilmiş durum. "Ya hiç karşılaşmamış olsaydık?" sorusu hüznü çürütüp sevinç ekiyormuş yüreklere ve bu sevinç her geçen gün büyüyüp çiçekler açıyormuş.
Öyle ya, bu masalların hiç mutsuz sonu olur muymuş?
Evet! O bir masalmış yazdığım, okurken ve dilden dile anlatılırken haz aldığım...
14.01.2012